Pazartesi, Şubat 7

Zombiler

Etrafta bir yandan çok iyi tanıdığım bir yandan hiç tanımadığım insanlar sürüsü dolaşmakta. Korkuyorum anlıyor musun? Onlara benzemekten ve en acısı, farkında olmadan ve kabul etmeden onlara benzemekten korkuyorum.

Yüzlerinde hep belirgin ifade...Soğuk durmak ve toplumun onları itelediği, karizmatik ve kuğul olma dürtüsü. Sahi n'olacaktı ki? Al işte, bir delik bulup içeri girdiğimde, ağlar halde buluyorum sizi ya da sıkılmış, beni terketmeyi düşünür halde. Yalın gitmeyen herşey gibi bu ilişkiler de bir kalıba girmek dürtüsü yüzünden tatsız veya kötü sonla bitiyor. Nedir bu telaş? Bu acele? Bu dürtü nereden geliyor? ''Olduğun gibi görün'' kavramını uygulamaya geçirmek imkansız, biliyorum da; ''göründüğün gibi ol'' üzerine neden bu kadar yoğunlaşırız?

Çağımızın vebası 'bencillik'. Ama öyle bir bencillik değil, hep kendisini düşünen değil, her şeyin en çoğu bana gelsin diyen bencillik değil, bu bencillik; başkalarına karşı olan saygımızı bitiren bencillik.

Etrafımızda bencil zombiler var. Burada yazacaklarım, onları oldukça üzer ve ben bunun farkındayım ama rahatım çünkü onlar burayı okumazlar, araştırmazlar. Yaptıklarını, sadece ve sadece kendilerinin buluşu olduğuna inanırlar, hayatın sırrını çözdüğüne inanırlar, siyah beyazdır ama renkli görürler, biz 'nerd' oluruz onların yanında ama aslında onlar 'nerd' dür. Düşünsel farkındalık kavramı hızlı bir şekilde ilerlerken ve kaynakları sınırlı bu sosyal hayatın meyveleri biterken, bizim eşsiz hazinemiz olan farkındalık; bizi yaşama bağlar, özgüven verir, savunma mekanizmasını daha doğru çalıştırır.

Cinsellik hayatın temasıdır. Bizler, her bi sevişmeden sonra daha iyisi nasıl olur ki acaba diye düşünürken onlar skor 43-2 dostum çak! derler. Ve kendilerine bile itiraf edemekleri gerçek vardır: bir gün bu sayıların anlamı kalmayacak ve hatta o bir gün, onların hiç bir zaman bitmeyeceklerini anlayacağı sonsuz isteklerden sonra gelecek ve başka bir klişeye bağlanacaklar. Kötü olan hiç bir şey kabul edilmeyecek, herşey bir kalıba bağlanacak, kafalarında her sorunun bir senaryosu -kendilerini suçsuz gösterme- otomatik olarak oluşacak, yaptıklarını yargılama ve sorgulama dürtülerini kaybedecekler -kaybettiler de-.

'Her çiçekten bal almak' onlara özgü bir şey. Saygıyı birer birer soğuk mezara gömdüler. Ne demek mi istedim:

Benim bir ev arkadaşım vardı. Çocuk karikatür manyağı ve oldukça iyi bir arşivciydi. Bir süre sonra beni de etkileyip, karikatür okutmaya başladı. Belki bir süre sonra boynuz kulağı geçmişti ama o saygıyı hakediyordu. O zamanında hiç bir yaşıtının yapmadığı bir şeyi yapıp, bir akım belirlemişti kendisine. Hiç kimsenin yapmadığı şeyin elbette ki; ütü yapabilen robot olmasına gerek yoktu! Ve ben ona hep saygı duydum, o onun sınıfıydı. Bunları ben keşfettim diyerek zombi olamazdım. Tıpkı bana bir çok müzik dokusunu aşılayan lise arkadaşım gibi. O da, o dokuların sahibiydi, ben değil. Ben müşteriydim, o pazarlamacı.

Şimdi örneklerle toparlıyorum yukarıda yazdığım anlamsız, kopuk paragrafları. Aslında anlamlı ama neyse... :)

Şimdi bakıyorum herkes satıcı! Herkes! Kahve içmeye gidiyorum tek başıma herhangi bir mekana ve etrafıma bakınca, suratlarda şu lanet manzarayı görüyorum: 'kahveyi icat ettim ama bu mekanda içmeyi geç akıl edebildim.'
Meâli: Karı kız -zengin çocuk- bulmak için gittim. Ondan sonra, belki bir şekil yaparım dedim, patatesleri evde hep sağ elimle yediğim halde oraya uymak için sol elle yedim, gürültlü müziğe rağmen orada sohbet etmenin keyf olduğunu düşündüm, Frank Sinatra'dan çalan
'fly me to the moon' adlı parçayı, Amerika'nın, benim bilmediğim ama kulağa hoş gelen yeraltı şarkısı sandım, kendimi topluma ve sisteme ait hissettim ama sen öyle beş dakikalığına çay içmeye gittim olarak algıla!

Düğünden gelirler ve nereden sorusuna cevaben: 'Bir arkadaş evlendi, 5 dakika görünüp geldik!'
Meâli: Ya gittik düğüne, çalan müziğe dayanadım, bi döktüm kurtlarımı, zaten pistte herkes vardı dolayısıyla ben de olmalıydım. Ama sen, bunu oynamadım, soğuk durdum, kuğulum ben, düğünler çok saçma. (olarak algıla!)

Arkadaşlarla içme veya ot ortamı: 'ya çektik işte bişeyler'
Meâli: Oğlumm! İçtim ama sanırım tek içen benim bu ülkede veya ben öyle hissediyorum. Nasıl manyak birşey ya! Kafalar bir güzel bir güzel anlatamam.

Kısacası analiz yapmak bitmez tükenmez bir hastalıktır. Daha başka postta analizin yerine dünyayı sorgulama dileğimle, esen kaliym.




Salı, Ocak 4

25 Yıllık (Günlük'ün Uzun Hali), Aşk, Kadınlar-Erkek Olmak...

Karşı cinsi farkedişim Ortaokulun sonlarına dayanır. Yan sınıfta bir kız vardı 'D'. Sınıfın ve okulun en çalışkanıydı. Ben de sınıfın en çalışkanıydım. O zamanlar insanları sadece, dersteki başarısına göre ayırt etme yetisine sahip olduğumdan, çalışkanlar çalışkanlarla çıkmalı hissiyatı vardı. 'Devlerin aşkı büyük olur' soundtrackli, tek taraflı ilişkim, LGS sınavı ile son buldu.
Lisedeydim. Başka bir 'D' ye tutuldum. Öyle ya; o da Anadolu Lisesini okuyordu. Çalışkandı. Çıktık da. Hatta dudaktan dudağa ilk öpüşüme dayanır o günler. Pek te birşey olmadı. Hiç te çalışkan çocuk öpüşü değildi o. Hele bir de Titanic'teki Jack ve Rose öpüşmesine hiç mi hiç benzemiyordu. Koca Anadolu Lisesinden Takdir ile sınıf geçmişim, bu olmamalıydı hayalim.
Ben bunları düşünürken, çalışkan tabusundan kurtuldum. Bir yaş büyük 'G' ye aşık oldum. Saçları güneş altında, yeni yağlanmış Gemlik zeytini gibi parlıyordu. Meşhurdu. Renkli çorapları ile ben bu okulun sıradışı kızlarından biriyim diye basbas bağırıyordu. Ben ise çok sıradan olmuştum. Kimse artık , ''Ferdi geçiyor bak'' diye tepki vermiyordu. Herkes yapıyordu dersleri. Kıskanılan birisi değildim. Tembel yoktu ki okulda. Bu sırada ben bu kızla çıkarsam dikkatleri üzerime toplarım hissiyatına kapıldım. Teneffüslerde kesiyordum. Bir gün beraber nöbetçilik yaptık. Annemin şiir defterinden iki üç araklama cümle ile entel olduğumu kanıtladım. Farklıydım bir kere. Bir de onun birkaç derdine Freud misali nihilist yaklaşıp, sen olgun bir kızsın aş bunları mesajını verince, sen benim kankamsın dedi, öptü yanağımdan. İyi bir başlangıç oldu. Eminim tüm arkadaşlarına anlatmıştır; Alt dönemde Ferdi diye bir çocuk var. Oldukça olgun ve anlayışlı diye. Basket takımına girdim. Ama o zamanlar tipi görme. Kızıl saçlarım, hobby jöle ile birleşip, güneşli bir havaya çıkınca ve o sert ama kararlı mizacımla birleşince yakışıklı oluyordum lan resmen. Sınıfta bildiğin şebek modundayım, böyle taklitler, komiklikler, şakalar falan yapan, hazır cevap olmayan ama tenefüste görme beni usta, o biçim! Bir de okulun en iyi basket oynayanlarından biriyim. İster istemez seçilme değil seçme hakkı tanınıyor bana kız konusunda. Ama özgüven yok tabi. Bi yerlerden başlamalı ama nerden? Derken Lise 1in sonuna geldik. Bizim meşhur kebapçıdan bi kesik yedik, elde karne, evlere dağıldık.

Ben yazın basketimi geliştiriken, o da ne! Bir afet bizim evde, herhangi bir antreman günü eve dönmüşüm, bilgisayarımı kurcalıyor. Anne bu kim? - Tanımadın mı oğul. Hollandadaki akrabamızın kızı 'S'.
-Abbileyy!!!

Ulan kişiliği koyacak yer ararken gök buldum!

Çevreme vaad ettiğimle icraatlerim birbirini tutmayınca, sap gibi ortada kalan bir ben vardım. Etrafımdaki malaklar kalburüstü kızları götürürken, ben, sen daha küçüksün tarzında hiç bir şey anlatılmayan adam olmuştum. Ulan o kadar ki; çok yakın arkadaşlarımdan birisinin ablası evlendi ve kız beni ablasının düğününe davet etmedi! Hem de tüm grup giderken. O yakışıklı, turuncu saçlı çocuğun içi kendisini dışı başkasını yakar yani! Ama bu afet ile kendimi ispatlayabilir, doğal olamadığım bu ortamda, neden doğal değilsin sorusunu, sizin çıtanız düşük oğlumm! diyerek yanıtlayabilirdim.

Ah afet-i devran Neriman! Aradı beni gider gitmez gurbete. Tele-aşk moduyla takıldık 3 ay. Ama kendimi çok kaptırdım. Evlenmeliydim. Gidişat kötüydü. Yakın çevreme özel bir insan olduğumu kanıtlayamamıştım. Bunalımdaydım. Derken o afet beni terketti bir yılbaşı akşamı, tam saat 12'de, kafamı Utku'nun sehpasına çarparken. Onlar kafama acıdığımı sanıyordu ama ben, telefona gelen ayrılalım mesajıyla yüreğime acıyordum.

Saçlar başlamıştı döküme. Daha kendimi ispatlayamadan, özgüven gidiyordu her geçen gün. Bir gülümseme hali aldı mimiklerimi. İyi olacağım diye evde parçalanırken; gülümse hadi gülümse şarkısı fonunda gülümseyen surat olup çıkmıştım.

'Zeytin saçlı 'G' ' ile çıkmaya başladım. Kanka olduğumla. Bilimum sevişmeleri tattık. Göğüs gördüm ilk defa. Sonra o üniversiteyi kazanıp gitti. Ben okulda kaldım. Farkında olmadan karizma yapmışım 'G' yi büyüklerden çalan çocuk diye. Hayır kız güzel değil ama okulda bir ağırlığı vardı. Sonra o mükemmel olayı duydum; sınıfta bir çocuk kız arkadaşından şunları işitmişti :'' Ferdi gibi olmanı istiyorum, kendimi 'G' gibi hissetmek istiyorum.'' Uha lan! Bir anda kariyer merdivenlerini tırmanmıştım. Döküyor diye kestiğim jöle işine yeniden girmiştim. Hemen bi alt devredeki 'S' yi tavladım. Gezdik, takıldık. Ve milli takıma seçildim. Çok mutluydum. Daha lisede, hem de para vermeden milli formayı giymiştim! Bizim memleket küçük bir yer, hele bizim okul...
Tabi söylentiler üniversitedeki 'G' nin kulağına gitti, ilgisizdim de zaten, ayrıldık...Ama tarih manidardı: Öss'ye 8 gün kala! Kaybedilince anladım değerini, her klasik şey gibi. 'Ben daha 18'im ya hepsi ya da hiç biriyim, sanma ki şu son 3 saatte hiç kimse ya da birisiyim' modunda girsekte sınava, normalden az bir puan aldım o moral bozukluğuyla. Hala bazı malaklar nasıl kazandı diye tartışıyor beni! O basit sistemde az bile yaptım, haberleri yok. Kabullenemezler bu sıradışı bir başarıyı, her neyse.

Geldik dünyaya, yerleştik Konya'ya...

Afet 'S' geri döndü. Tele-Aşk bir sene sürdü bu kez. Tabi ilkindeki gibi sapkın bağlanmadım. Önüme gelen kızla seviştim. Öyle ya üniversite kazanmıştım, sevişmek en doğal hakkımdı. Ama anamı ağlattı yine orası ayrı konu. Ayrıldık, yaz tatilinde memleketine gelmesinden mütevellit yeniden barıştık. Çılgınlar gibi seviştik. Bir sene Telsim'e boşuna mı milyarları döktüm ben!

Üni 2 başında yeniden ayrıldık. Saçlarımın son yıllarıydı, farkındaydım. Hakan Şükür misali son bir goldü kızlar benim için. Jübile yapacak ve sonra evlenip evimin teknik direktörü olacaktım.
Diş hekimi bir kızla çıktım, 4 aylık bir pre-season yani peşinden koşmak periyodundan sonra. Bakireydi hem de çılgınından. Bir gece evde yalnızdık ve dişi-erkek temalı bir doğadan sanata oyunu oynadık haliyle. En güzel duygularımın katilisin diyerek terketti beni. Bak sen!

Saçlar can çekişiyordu.

Diğer iki sene de çeşitli kovalamaca ve yüzlerce yazma seansı ile geçti. Mezun oldum. Paralı millilikti tek yapabileceğim. Yaptım. Askere gittim. Tezkerede Akdeniz'e indim. Rus sevgili yaptım ve evrimimi tamamladım.

Saçlar tamamen gitti.

Ama kız bana, gerçek hayatın porno filmlerden daha güzel olduğunu gösterdi. Aklıma gelmişken Hess is More 'dan 'Yes Boss' şarkısı, tema için peygamber modunda. Hangi tema mı? Portakalın kendi kendine soyulması teması ve müthiş dans figürleriyle.

Memlete geldi taaa Moskova'dan. Odanın duvarlarının dili olsada konuşsa. Memelerimi beğeniyor musun? Vücudum nasıl? Gibi sorularına hep içten cevap vermem için kendisini paraladı. Dün gece 1'de mesaj attı Skype'a gel diye. Gittim. İç çamaşırlarıyla beni bekliyordu. Tek bir kelime sordu: Beni istiyor musun? Evet dedim. O zaman yeniden sana gelmeme izin ver. Çünkü sensiz yatağım çok soğuk ve kendimi güçsüz hissediyorum dedi. Erkektim lan ben. O ise dişi. En doğal konuşma tabii ki bu olacaktı. Ahlaksız mı gördünüz yoksa? Yorgan altındakini görmüyorum ama tahmin edebilirim, siz evde yalnızken elinizin nereye gittiğini. Elin yaradılışından haberiniz yok gibi davranmak ne acı!



Bir yanda muhteşem milletin kızları, afetler, çalışkanlar, meşhurlar, meslek sahipleri...
Bir yanda açık sözlü ve ne istediğini bildiği için, orospu ve kaşar sıfatını alanlar...



Tabii ki hayalinizin erkeği olamayız. Bizi ahlaksız olarak nitelendirdikçe, biz meyilimiz olmasa da meyilleneceğiz. Hem sizi hem kendimizi kandıracağız! Varlığım gerçekçiliğe armağan olsun!
.

Pazartesi, Aralık 13

Nazim' dan

sen

en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
düşmanımdır ikisi..
sana gelince...
yazıyorsun..
okuyorum..
kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
ne yazık!..
ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...
kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
sana gelince...
ne ben sezarım,
ne de sen brütüssün...
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
artık seninle biz,
düşman bile değiliz..

Herşeye Sebep Olan "İki Şey"





ALINTIDIR:



İnsanı iki şey öldürürmüş:
1- Sevmediği insanın silahından gelen mermi
2- Sevdiği insandan gelmeyen ilgi

İki şey "Kalitesiz insan" 'ın özelliğidir:
1-Şikayetçilik
2-Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2-Karşısındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1-Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2-Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür:
1-Demagoji (laf kalabalığı)
2-Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı “Nitelikli İnsan” yapar:
1-İradeye hakim olmak
2-Uyumlu olmak

İki şey “Ekstra Değer” katar:
1-Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2-Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır:
1-Kararsızlık
2-Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar:
1-Nitelikli çevre
2-Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1-Baskın yeteneği bulmak
2-Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır:
1-Ustalardan ustalığı öğrenmek
2-Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1-Niyetin saf olması
2-Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1-Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2-Hayata ve her şeye yeni (özgün,orijinal,farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek.

İki şey gelişmeyi engeller:
1-Aşırılık (mübalağa,abartı,ifrat,tefrit)
2-Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1-Tebessüm (gülümseme)
2-Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1-Anne
2-Baba

İki şey geri alınmaz:
1-Geçen zaman
2-Söylenen söz

İki şey gerçek sondur:
1-Cennet
2-Cehennem

İki şey ulaşmaya değerdir:
1-Sevgi
2-Bilgi

İki şey özgürlüktür:
Vatan ve Bayrak

İki şey “hayatta önemli olan her şey” içindir:
1-Nefes alabilmek
2-Nefes verebilmek

Perşembe, Aralık 9

Facebook

Ekşisözlük misali tanımla gireyim de tam olsun;

Tanım: Milletin hakkında bir bok bilmediği sosyal paylaşım sitesi.

En son yeni tasarımıyla beraber tekrar gündeme ortak oldu. Yorumlara baksana; 'Bu ne yaaa g.tüm gibi.' Oğlum sen gerizekalı mısın? O nasıl bir yorum öyle? Orana benzemeyen nasıl olacak? Bize istediklerini ilet, biz de Zuckerberg' e mail atalım, efenim şu arkadaş şöyle istiyor diye. Bizim iç çamaşırcı Hurşit abi bile senede 5 kez vitrini değiştiriyor. Siyahtan kırmızıya, paçalıdan tenasüp yerini fit edene. Bu nedendendir, hala adama Hurşit abi dememin sebebi. Saygılıyım. Yenilikçi bir kere. Eee bizim Zuckerberg n'apsın? Değiştirmesin mi? Allahına kadar. Yapıcı eleştirilerden o kadar uzağız ki. Rus bir kız arkadaşım var. Yok arkadaş değil, bildiğin kız arkadaş. Kız bana öyle yapıcı söylemlerde bulundu ki, kızın, benim fazlaca kendimi düzeltmemden dolayı artık bana uygun olmadığına karar vereceğim neredeyse. Düşün! Altında yatan binlerce kifayetsiz düşünceyi. Az düşün ulan. Çok mu zor :' abi bu feysbuk şimdi böyle yaptı ya, bence videoya isim koyma seçeneği de ekleseydi, iyi olmaz mı idi Selahattin abi?' Uuu bu bizim halk için çok zor, biliyorum. G.tüme benzemiş. Bana ne?

Bak bir de şey var :'Abi kapattım ben hesabımı oh şuku şuku şükelaa. Dün bir açıp baktım, sonuç hüsran. Hala aynı bozukluklar.' Sana zorla gir diyen mi var? Hele de bu zamanda? Zorla gir! diyen zor bulunur be dostum. Senin dağları aşman gerek girmek için. Ama sen aşmışsın belli. Mutlu olmadım deyip çıkmışsın. E oldu mu şimdi? Facebook sana kırmızı mı mavi mi? diye sormadı ki. Sen kırmızıyı seçip mutlu olacağını sanmışsan, Zuckerberg'in suçu ne? Sanma ki mavide o iş. O facebookun teması. Sana kimse mutluluğu vaad etmedi ki?

'Etraf salak salak videolarla kaynıyor, herkes çok aptalll.' Abi senin etrafında mal mal tipler çoksa Zuckerberg'in suçu ne? Biz mi dedik sana her arkadaşlık isteğini yanıtla deyu. Bak mesela benim bir arkadaş var listemde, hem de kız. Her gün yeni bir ileti yazıyor, ben de bu sayede gündeme uzak kalmıyorum. haberturk.com gibi birşey lan o kız. Mustafa diye bir dostum var. Bir şarkıdan bahsediyor (genelde her şarkıyı benden önce keşfeder, rammstein hariç). Hemen dostum yolla diyorum facebooktan, yolluyor. Müzik gündemine de yakınım. Memo var, ev arkadaşım, bi espri yapıyor, hemen kopyala, az değiştir, yapıştır yapıyorum; manyak prim abi. Abi sen Yılmaz Vural' la arkadaş isen bize ne?

''Facebook zaman kaybıııı." veya "yaa arkadaş çöpçatanlığın yeni boyutu." veya "2 seneye biter gider, kimsecikler adını hatırlamaz." diyen çok bilmişler, siz bunu yonja, hi5 falan sandınız herhalde? Bak dostum gel otur, export mal prestige veriym sana, evde klozet de var. Ama otur dinle! Bu facebook var ya, uzaktakileri birbirine daha yakınlaştırmak için var oldu ve prim yapmaya bu sayede devam ediyor. Hala inanmıyorsan Lark' ını da al git buradan!


Ha bir de bu facebook modasının geçeceğini sanıyorsan, yanılıyorsun. Adı üzerinde moda değil bu. Fan sayfası var bunun, haber alma özelliği olan, connect to people var tanımadıklarınla seni aynı masada poker oynatan, gönderileri kaldır var, sevmediğin adamlar için. Kullan bunları ve kendi tabirinle 'mutlu' ol yeter.

Ama sana en güzelini söyleyeyim mi? Bu facebook var ya bu kahrolasıca. En büyük olayı 'İnsanlara, kendini meşhur hissettirmesi.' İleti yazan, video paylaşan, bilgilerini basına sızdıran, her şeye 'beğen' veya yorum yapan herkes, takip ediliyorum hazzıyla yapıyor bunları. Kendilerini 'meşhur' görüyor bu insanlar. O yüzden daha fazla kafa yorma usta. Sen de kendi çapında Jimmy Carter olmaya devam et.

Hava buz gibi, simsiyah Miroğlu kabanının tam zamanı.

Çarşamba, Aralık 8

Acınla Tanımlanmak

İnsanoğlu, dilenci misali hoşlanır acınma duygusundan. Dilencilik ruhumuzda aslında. Her tarafı acımtrak renkler bürümüş. Neden bu kadar zor? Mutluyum veya param bok gibi demek bu kadar mı ulaşılmaz? Paranın çok olması rakamlarla anlatılmaz. Senin hayat standartlarına göre bok gibi olur aslında.

Misal: Ortalama 750 tl maaş/harçlık alan bir insansın. Ödediğin maksimum hesap 50 tl ve ayda çıktığın gece ortalaması 8. 8 çarpı 50, 400 eder maksimumla. O halde senin bok gibi paran var usta. Burada işler değişik.

Misal 2: Zor bir hayat yaşadın, mutsuzsun, şanssızsın, gol yollarında Guiza, iş görüşmelerinde Mr.Bean ve en önemlisi müthiş bir popülariteye kurban giden kelime ile en 'yalnız' insansın. Ve sürekli senden daha gençlerin yerinde olmak isterdin, mükemmel anlatırsın o yılları. Lise mezunusun en kötü. Eder 11 sene. 7 yaşında okula başlasan, 18 sene, senin anlattığın gibi 'mükemmel' geçmiş bir defa. Sevgilin koymuştur sana. Sahip olunca başka hiç bir şeye ihtiyacın olmayacak şeye de ulaşmışsın minumum bir defa. 1 sene de, sonraları rakı sofrasında 'abi çok güzeldi namussuz' diyeceğin sevgili ile takıl 19 sene eder usta. 4 yıl üniversite 23 sene. Hani o dünyanın en şanslı gençleri dediğin. 1 sene askerlik (hani o özledim beaa! dediğin) + tezkere, gitme muhabbeti eder 24 sene. Ulan gavat, zaten 24 seneni en güzel sen özetlemişsin, farkında olmadan kendini ele vermişsin: ''mükemmel'' diyerek. Mükemmel geçen 24 sene. Vay anasını sayın seyirciler. Ama yok! Beyimiz dünyanın en şanssız insanı. Burada işler hakikaten karışık usta.

Tanımlamama baksana 'ele vermişsin'. Ben de mallaştım bunlar yüzünden. Ele vermişsin ne demek ulan? İyi olmak suç be Nazım Hikmet. Ortama baksana.

-Senin tuzun kuru oğlum.
-Senin yerinde olmak için neler vermezdim ki?
-Bir de benim açımdan düşün...
-Bak bende de şöyle olmuştu.
-Abi anlattıkların basit benim için. Ben asıl benimkini nasıl yapacağımı düşünüyorum.
-Bardağa dolu tarafından bak! Bir defa sen (yani 'ben' olmayan sen) ...ları başardın!

Bak bak en güzeli geliyor.........................

-Aynısı bende var. İveeeeet aynıııı. (sanma ki benim acım yok! diyor)

Usta durum kötü burada. Güvenç Kurtar! Gel kurtar beni. Millet bacaklarının birleştiği yeri yırtıyor, en acılı insan benim diye. Eğlenmemek, gülmemek, durgun su rolü yapmak, hayatını Yılmaz Morgül' ün almbüm satışlarına benzetmek vs. vs... Türkçe' ye yeni bir tabu girdi:

-Naber? Nasılsın?
-Nolsun aynı..

'İyiyim' e n'oldu? laaaan!

Tamam hepimiz kötüyüz. Acımız büyük. Gözlük ray-ban. Yalnızız, parasısız, aç sususuz. Kabul. Yeter ki, beni iyi olduğum için suçlamayın, teşhir etmeyin, muhabbetten dışlamayın.

Hamiş: iş bu saçmalıkları yazan, meslektaşlarının yaklaşık yarı fiyatına çalışan, sevgilisi olmayan, ailevi problemleri had safhada, sizin tanımlarınıza göre en büyük yalnızlardan. Ama iyi.

Üçyol yok mu burada? Nasıl takıcaz fişe?

Çarşamba, Aralık 1

Başlangıç

Achilles (Aşil)

Akhilleus. Troya savaşında adı geçen yarı tanrı, güçlü savaşçı. Tek yara alabileceği yeri bileğinin arka kesimiydi, çünkü anası onu ölümsüz kılmak için ateşe tutup/ kazana daldırıp/ sihirli sularla yıkayıp büyü yaparken gelmiş ve ateş bebeğin bileğini yalamadan büyü yarım kalmış..

Aslında bu değildi Aşil heykelini yukarıya koymamın sebebi. Benim daha çok dikkatimi çeken; '' Achilles' heel '' sözcüğünün, hem yeni İngilizce de hem de mitolojide insanın zayıf noktası anlamına gelmesiydi. Mitolojik anlamının yanı sıra 'achilles heel' bir insanın en hassas noktası anlamına da gelir. Placebo, Special k' de "I'll describe the way i feel, you're my new achilles heel" derken bi insana karşı hislerinizi anlatmanın en güzel biçimini ortaya koymuştur bence. Bu tanım kaynakları için, ek$isözlük ve wikipedia' ya teşekkürü borç bilirim bir de.

Bu blogda anlatmaya çalışacağım her şey, detaylar üzerine olmaya çalışacaktır. Ben çalışmayacağım, 'her şey' çalışacak. Belki de asıl yalnızlık o detaylarda gizliydi. Yalnızlık tüm popülaritenin en yüce ve en ortak acısıyken bulmuştum kendimce o anlamları.